Sokrates.
Bugüne kadar gelmiş geçmiş en büyük düşünürlerden birisi, benim için en büyüğü.
İroni ve maiotik ustası, tek derdi insanlara düşünmeyi öğretmek olan, diyalogos
denen karşılıklı konuşarak, sorarak, sordurarak öğretmeyi ilke edinmiş çok
önemli bir filozof. Çok sorarmış Sokrates bilene, bilmeyene, zengine, fakire,
yaşlıya, gence herkese sorular sorarmış.
Herkes bilginin ve bilimsel ilerleme
hızının çok hızlı arttığını düşünebilir ama burada sorgulanması gereken bir
durum olduğunu düşünüyorum. Bu hızlı ilerleme ya da gelişme devrim niteliği
taşıyan buluşlar düzeyinde gerçekleşmiyor maalesef. Telefonu düşünelim. Yanlış
hatırlamıyorsam ilk telefon görüşmesi 1880 yılında gerçekleştirilmişti.
Günümüzdeki telefonların atasıyla yapılan bu görüşme gerçekten bir devrimdir.
Zira bir ilk gerçekleştirilmiştir. O telefondan (hatta ilk cihaz için çeşitli
teknik nedenlerden dolayı radyofon denilmiştir) bugünün akıllı telefonlarına
geçiş bir gelişmedir. Temeldeki mantık aynıdır. Bu nedenle bugünkü teknolojiyle
üretilebilecek son model bir telefon bence bir devrim olarak nitelendirilemez.
Çünkü bu devrimi Graham Bell zaten yapmıştır. Başka bir örnek verecek olursak
Ms-Dos bir devrimdir ama yukarıdaki nedenlerden dolayı Windows 8 bir devrim
olarak nitelendirilemez. Dünyayı büyük ölçüde değiştirebilecek, insanların
hayatını, günlük rutinlerini değiştirebilecek düzeyde “icatların” neredeyse
artık hiç olmamasının nedeni ne olabilir? İnsanların aklına artık parlak
fikirler gelmiyor mu? Yoksa icat edilebilecek her şeyi icat mı ettik?
Bu dünyadaki en önemli sermaye
beşeri sermaye, en önemli ve verimli yatırım ise insana yapılan yatırımdır.
Aynı zamanda insana yapılan yatırım geleceğe yapılan yatırımdır. Çok maliyetli
bir yatırım da değildir. İnsana yatırım bireye sağlıklı bir çevre ve kaliteli
bir eğitimden başka çok az şeyi içerir. Kaliteli bir eğitimden kasıt ise asla
bugünün üniversiteye yüksek başarı oranıyla öğrenci gönderen liseleri, dünyanın
ilk bilmem kaç üniversiteleri falan değildir. Bireye imkansızın olmadığının
gösterildiği, bireyin kendini tam olarak ifade edebildiği, bilgiyi vermekten ziyade
bilgiye giden yolu gösteren eğitimcilerden oluşan bir kurum kaliteli bir eğitim
kurumudur. Bu eğitim kurumunun şüphesiz en önemli ikinci unsuru eğitimi veren
öğretmenlerdir. Sofistlerin mantığından olabildiğince uzak, ideali iyi insan yetiştirmek olan ve iyi
niyetli eğitimcilerden eğitim alan bireyin başarısız olma şansı oldukça azalır.
Bence öğretmenlerin anlaması gereken tek şey; bu işin para için
yapılamayacağıdır. Herkes bilgiye sahip olabilir, herkes bir şeyler bilebilir
ama herkesle eğitimciyi ayıran çok da ince olmayan bir çizgi vardır. O da en az
bilmek kadar önemli olan bildiğini aktarabilmek ve bunu yaparken zevk
alabilmektir. 30-40 tane ergenlik öncesi veya ergenlik çağındaki insanı bir
araya toplayıp, hepsinden aynı ilgiyi, beceriyi, sabrı, saygıyı beklemek
hayalcilikten başka bir şey değildir. Öğretmen ders anlatırken biri konuşacak,
biri dışarı bakacak, biri öksürecek, biri elindekileri yere düşürecek, biri
aşık olduğu kızın saçının çekecek, biri telefonla oynayacak vs. İşte eğitimciyi
bizden ayıran şey aynı anda 30 kişinin ilgisini, merakını, dikkatini maksimuma
çıkarabilmesidir. Az önce söylediğim bu işi para için yapmamaktan anlaşılması
gereken işlerini karşılıksız yapmaları değildir tabi. Emeklerinin karşılığını
maddi olarak hiçbir zaman alamayacaklarını bilmelidirler çünkü; yaptıkları iş
karşılığında kendilerine ödenebilecek kadar yüksek bir bedel yoktur. Hz Ali
bunu “bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözüyle mükemmel bir
şekilde ifade etmiştir.
Maalesef
çoğu zaman sistem idealist insanları içinde eritip yok edebiliyor. Örneğin mesleğe
başladığı yıl, öğrencileri için “bu çocukların gramer öğrenmesinden çok daha
önemli şeyler var ve ben elimden geldiğince bunları öğretmeye çalışacağım” diyen
bir öğretmen arkadaşım vardı. İkinci yıl bu heyecanın h’sini bile görmüyorum
kendisinde. Muhtemelen birkaç yıl sonra sınıfında oluşacak gürültü anında not
defterini cebinden çıkarıp şöyle iki üç kez salladıktan sonra masasının üstüne
atacak kıvama gelecektir. Benim kendisinden ve tüm eğitimcilerden istediğim tek
şey yaptıkları işin öneminin farkında olmaları ve girecekleri son derse kadar
heyecanlarını korumalarıdır.
İdeal eğitim ve eğitim sistemi birkaç
paragrafta anlatılamayacak kadar ciddi bir iş olduğu için bu kısmı kısa
geçiyorum. Şimdi hızlıca bir birey yetiştirelim: Çocuk yapmanın en zevkli
kısımlarını geçip hemen çocuğun doğduğunu varsayalım. Neyse çocuk oyun dönemini
geçtikten sonra okula başladı. Dördüncü sınıfa geldiği zaman ailesi iyi bir
liseye gitmesi “gerektiğini düşündüğü” için dershaneye yazdırıldı. On yaşında
hem dershane hem okulu bir arada götürmeye başladı. Bir yarışmacı olduğu çocuğa
hissettirildi, kendini amansız bir rekabetin ortasında buldu. En yakın arkadaşı
bile aynı zamanda gireceği sınavlarda rakibiydi artık. Aynı süreç üniversite
için de devam etti (Dikkat ederseniz burada bireyimiz hep edilgen). Sıradan bir
üniversite eğitimini de aldı yaşı 24 oldu diyelim. Yüksek lisanstı, askerlikti,
çeşitli sınavlardı, iş bulmaydı bu birey 30 yaşına geldi. Sıfır iş tecrübesiyle
ve kendisine ezberletilmiş, beynine kazınmış çok farklı alanlardan muhtemelen
hiç öğrenmek istemediği, hayatının hiçbir döneminde işine yaramayacak olan
bilgilerle önümüzde duruyor. Tabi bu yaşa kadar geçen süre içinde sayısız gizli
reklamlara, ürün yerleştirmelere ve gayriahlaki bilinçli yönlendirmelere maruz
kaldı. Ama işin en vahim kısmı bu süre içinde, bireyin hayal gücünün bitirilmiş
olmasıdır. Bu eğitim sürecinin hemen hemen hiçbir aşamasında homo
economicusumuza hayal gücünü kullanma fırsatı verilmedi. Kendisine “doğrular”
öğretildi, gösterildi ve sonuç mükemmel: Artık bireyimiz sorgulamayan, kabul
eden, merak etmeyen ve bencil bir insan. Kendisine iki kere iki on beş
denildiğinde bile kabul edecek, kendisine yanlış geldiği halde söylenenleri
itiraz etmeden yapacak pamuk gibi bir hal almıştır.
Homo
economicusumuzdan bir Sokrates, bir Aristo, bir Nietzsche, bir Madam Curie, bir
Einstein olmasını istemek ya da ummak sizce de çok büyük haksızlık değil mi?
İnsanlığın
yeni Bill Gates’in yanında çalışacak mühendislerden çok yeni Bill Gateslere
ihtiyacı var. Ama ne yazık ki bu ihtiyaç herkesçe bilinip kabul edilmesine rağmen,
özgür düşünceyi egemen kılan, hayal gücüne sahip özgür bireyleri yetiştirecek
sistemleri bırakın hayata geçirmeyi düşünmek bile henüz hayal.
Sözün özü şudur ki; şuandaki
sistemin ürünü olan bizlerin pek suçu yok aslında. Çok küçük yaştan itibaren bu
sistemin bir parçası haline getirildiğimiz için sistem dışına çıkmamız çok da
kolay olmayacak. Dünyanın gelmiş geçmiş en önemli düşünürlerinden biri olan
Sokrates bile bizim yaşadığımız şartlarda yaşamış olsaydı muhtemelen istemediği
şeyleri okumaktan içindeki okuma hevesi kaçmış, istemediği ve seçme hakkı
olmadan kendisine öğretilen şeyleri öğrenmek zorunda kaldığı için bir şey
öğrenmek istemeyen, depresif, arkadaşlarını facebooktan dürten sıradan bir
insan olabilirdi. Belki soru bile sormazdı ne dersiniz?